Nice, Barselona, Madrid – 2013 Salamanca’yı es geçmeyin!!

11.07.2013

Milano’ya gidişimi yazacak kadar çok vaktim olsa da yazmak için kalemi defteri elime alamadım. Toplamda bir gece konaklamalı direk Barselona’ya doğru uzunca bir tren yolculuğu yapacaktık. Gece Nice’de önceden ayarladığımız hosteli arayıp tarayıp, sorup soruşturup bulduktan sonra bir duş alıp hemen karnımızı doyurmaya, etrafı kolaçan etmeye çıktık. Ancak Nice’e varmamız, kalacağımız yeri bulup dışarı çıkmamız gece yarısını geçtiği için hostelin çok konuşan, yaşlı mı yaşlı sahibesinden başka bir şey göremedik bu şehirde. Gelirken trende karşılaştığımız insanlardan dinlediğimiz kadarıyla şehirde caz festivalleri vardı. Maalesef katılamadık. Sabah ilk trenle Barselona’ya doğru yola çıkacağız.

Sabahtan beri yoldayız goy goyla 12 saati devirdik. Birazdan Barselona’da ineceğiz.

Nice’de tam trene binmeden önce Anıl cüzdanını hostelde unuttuğunu fark etti. Sabah sabah adrenalin pompaladık durduk. Koş babam gittik ve cüzdanı aldık. Şükür araklamamışlardı.

15.07.2013

Uzun zamandır yazamıyorum yine ama şu an sondan başlayarak yazmaya çalışacağım. Kendisine Salamanca denen İspanya’nın ücra bir köşesindeyiz. Madrid’den Porto’ya geçmeye çalıştığımız trende yer olmayınca kaçak binelim dedik. Bir süre o vagon senin bu vagon benim kaçarken yakalandık. Hemen yuuh tüüh demeyin. 3 saat falan kovalamacaya dayandık, yenilmedik. Restoranda, barda oturmak mümkün değildi çünkü biletçiler hep orada bekliyorlardı. Tabi yakalandığımızda 2 güvenlik görevlisi 4 biletçi başımıza toplanıp İspanyolca yardırmaya başladılar. Abi bir tane bile İngilizce konuşan adam yok. Tabi şunu ekleyeyim trene binerken biletçinin biri bize bu gece trenidir, şu an yer yok,  buraya interrail biletinizle binemezsiniz diye uyardı. Bizde yok abi bir durak sonra ineceğiz bizim işimiz var orda deyip adamı ikna etmiştik. Çıkan arbedenin ortasında adam bizi ve konuşmamızı hatırlamış olacak ki siz beni kandırdınız diye bıdı bıdı söylenmeye başladı. Çok sinirlenmişti adam ama beni bilirsiniz bende acayip sinirliyimdir. Suçlu olduğumuzu biliyorum ancak zeytinyağı kıvamında tavrımla adamlara ceza neyse söyleyin ya da ilk durakta indirin dedim. Kendi aralarında tartıştılar bıdı bıdı konuşmalar vs. tabi ben bu arada ajitasyon yapıyorum sizin çocuğunuz yok mu! ayıptır lan yaptığınız! biz insan değil miyiz! 🙂 Biz böyle iki ağızdan konuşup durunca adamlar iyice dellendi zaten İngilizce anlamıyorlar. Polisi çağıracağız dediler. İnanmadım tabi Türklüğümün vermiş olduğu cesaretle çağırın lan dedim. Çok geçmedi 30 dk sonra o efsane durakta durduk. Salamanca! İki güvenlik görevlisi eşliğinde trenden indirildik. Diğer interrail yapan çocuklar ”ne oldu la!” bakışı fırlatıyorlardı. Çocuklar bildiğin korktular 🙂 çok geçmeden 2 tam teçhizatlı, 5 tane sivil polis olmak üzere 7 tane hıyar sürüsü geldi. Pasaportumuza bakmak istediler. İlk defa polis görmüyoruz. Sıfır stres! Kıvılcım ateşlendi orda sivil polis İspanyolca konuşuyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyor garip, kestim sözünü İspanyolca bilmiyorum, İngilizce konuş dedim. Adam takıldı hayır ısrarla İspanyolca konuşuyor, takıldı amk. Çıkardım AB oturum kartımı o zaman Almanca konuş lan piç dedim ”Türkçe dedim bunu 🙂 ” Anıl’da yeşil pasaportu verdi adamlara. Bunlar bok gibi kaldı. Bizi başta ne sandılarsa bir yeşil bir oturum kartı görünce eblek eblek bakmaya başladılar. Bende üstüne olanca Almanca bilgimle adamların beynine tecavüz ediyorum. Lan ben bile anlamıyordum ne dediğimi adamlar ne yapsın! Karanlıkta rahat bakamadıkları için istasyonun ışıkları altında 10 dk evrakları inceledikten sonra gelip yine İspanyolca bir şeyler saçmalayıp gidiyorlardı. Muchas gracias amigos diyerek uğurladım ipneleri. Adamlar küplere bindiler gecenin 3’ünde bizi istasyondan kovamayınca, istasyonu kapatıyoruz deyip bizi dışarı aldılar ve inatla terk etmedik trenin durduğu yeri. İstasyonun kepenklerini indirdiler. Belki bir saat arbedenin ardından tren kalktı. 

Biz bütün bunları yaşarken istasyonun yanında oturan bizim yaşlarda 3-4 genç olayları izlemişler. Polisler gidince yanımıza gelip yardımcı olmak istediler. Sıfır İngilizce bildikleri için anlaşamadık. Elemanlardan birinin annesi zamanında Türkiye’de çalışmış, kadınla kısa görüşmemizden anladığın kadarıyla hayat kadınıydı. Helal olsundu. Şerefsiz polisin   yapmadığını bir hayat kadını yaptı. Derdimizi dinledikten sonra oğluna bizi otobüs terminaline götürmesini söylemiş. Bir sonra ki Madrid’den gelen tren ertesi gece 3’teydi ve onda da maalesef yer yoktu. Tek çare karayoluyla Porto’ya ulaşmaktı. Eleman bizi şehrin öbür tarafındaki otobüs terminaline bıraktı. Porto’ya ilk otobüs sabah erken saatteydi. Geceyi dötümüz dona dona banklarda uyuyarak geçirdik. 

Devamını anlatacağım ancak arada kıssadan hisse aktarayım. Avrupa’da kural kural amk. kesinlikle yoğunluğun olacağını düşündüğünüz ve turist akını olan yerlere giderken rezervasyonunuzu yaptırın. Sonra bizim gibi sikimsonik şeyler yaşayabilirsiniz.

Bineceğimiz çingene otobüsüymüş bindikten sonra fark ettik. Yalın ayak dolaşan çocuklar, saat başı verilen molalar, abuk sabuk ne olduğu belli olmayan konuşmalar arasında adamların gözünün içine baka baka adete ağzımızdan salyalar akıtarak gecenin de vermiş olduğu hararetle küfürler ediyorduk gariplere. Abi bence gezinin en müthiş olaylarından birini yaşadık. 40 yıl anlatılır cinsten. Elemanlara biz sayıp söverken dönüp demesinler mi siz kardeş misiniz diye, pancar kesildik adeta. Türkçe konuştular oğluum.! Adamlar Türkçe biliyormuş! Dumur dumur üstüne olduk resmen. İnene kadar tek kelime etmedik, Porto’da otobüsün durduğu yerde arkamıza bakmadan kaçıverdik.

 

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın